Tarımsal Biyoteknoloji: Gıda Güvenliği ve Ekonomik Bağımsızlık İçin Stratejik Önemi
Değerli okurlar,
Bu yazım, "Biyoteknolojinin Ulusal Egemenlik ve Ekonomik Bağımsızlık İçin Stratejik Önemi" başlıklı beş bölümlük dizinin sonuncusudur. Bugün, biyoteknolojinin tarımsal alandaki uygulamalarına odaklanarak gıda güvenliği ve ekonomik bağımsızlık üzerindeki kritik etkisini ele alacağız. Diğer bilimlerle ve özellikle biyoloji, genetik gibi alanlarla dirsek temasında gelişen tarımsal biyoteknoloji, sadece modern dünyanın karşı karşıya olduğu zorluklara karşı bir çözüm sunmakla kalmaz, aynı zamanda ülkelerin kendi ayakları üzerinde durmasını ve gıda egemenliğini güvence altına almasını sağlar. Bu makalede, özetle biyoteknolojinin tarımda nasıl bir devrim yarattığını, Türkiye için sunduğu fırsatları ve tarım politikalarındaki sorunları inceleyeceğiz.
Gıda Güvenliği: Bağımsız Bir Ülkenin Temel Dayanağı
Şurası muhakkak ki, bir ülkenin bağımsızlığı, sadece askeri ya da ekonomik güçle sağlanmaz; gıda güvenliği de en az bunlar kadar önemlidir. Kendi halkını doyuramayan bir millet, dışa bağımlı kalmaya mahkûmdur. Gıda üretimi ve güvenliği, ulusal egemenliğin temel taşlarından biridir. Türkiye gibi tarımsal potansiyele sahip bir ülke için, bu zenginliklerin en iyi şekilde kullanılması, ekonomik ve stratejik bağımsızlığı da beraberinde getirir.
Ancak son yıllarda, Türkiye’de tarım sektöründe ciddi sorunlar yaşanmaktadır. AK Parti hükümeti döneminde tarım politikalarında yapılan bazı hatalı uygulamalar, Türk tarımını zayıflatmış ve dışa bağımlılığı artırmıştır. Bu durum, ülkenin tarım sektörünü zor duruma düşürmekle kalmamış, aynı zamanda gıda güvenliği üzerinde de önemli tehditler yaratmıştır.
AK Parti Döneminde Türk Tarımına Zarar Veren Uygulamalar
AK Parti hükümetinin tarım politikaları, özellikle çiftçilerin desteklenmesi, yerli üretimin artırılması ve sürdürülebilir tarım uygulamaları açısından eleştirilere maruz kalmıştır. Bu politikaların, tarımın yapısal sorunlarını derinleştirdiği ve Türkiye’nin tarımsal bağımsızlığını zayıflattığı iddia edilmektedir. İşte AK Parti döneminde Türk tarımına zarar veren bazı uygulamalar:
1. Yerel Tohum Ticaretinin Yasaklanması (2006 Tohumculuk Yasası)
2006 yılında yürürlüğe giren Tohumculuk Yasası, yerel tohumların ticaretini yasakladı. Bu yasa, Türk çiftçilerinin yüzyıllardır kullandığı yerli tohumları pazarda satmalarını engelledi. Çiftçiler, yerel tohumları üretme ve satma özgürlüğünü kaybederken, yabancı şirketlerin sertifikalı ve patentli tohumlarına bağımlı hale geldiler. Bu yasayla birlikte, Türkiye'nin tarımsal genetik mirası zayıfladı ve yerli tohumlar devre dışı bırakıldı.
Bu durum, çiftçilerin yabancı tohum şirketlerine bağımlı hale gelmesine neden oldu. Yerel tohumların kullanımı azalırken, patentli tohumlara olan bağımlılık arttı. Bu sadece tarımsal çeşitliliği tehdit etmekle kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin tarımda dışa bağımlı hale gelmesine neden oldu.
2. Tarım Desteklerinin Yetersizliği ve Düzensizliği
AK Parti hükümeti döneminde tarım destekleri konusunda da büyük eleştiriler yapılmıştır. Çiftçilere verilen tarımsal destekler yetersiz kaldı ve bu destekler genellikle düzensiz bir şekilde dağıtıldı. Üreticiler, yeterli, tutarlı ve kontrole tabi bir şekilde destek alamadıkları için maliyetleri karşılayamadı ve birçok çiftçi üretimi bırakmak zorunda kaldı. Tarım sektörüne ayrılan desteklerin düşük kalması, çiftçilerin rekabet gücünü zayıflattı ve üretim maliyetlerini artırdı.
Bunun sonucunda, tarım alanları küçüldü, üretim azaldı ve Türkiye, birçok stratejik tarım ürününde ithalata bağımlı hale geldi. Özellikle hububat, baklagiller ve şeker gibi temel gıda maddelerinde dışa bağımlılığın artması, tarımsal üretimde ciddi bir sorun oluşturdu.
3. İthalata Dayalı Tarım Politikaları
AK Parti hükümeti, ithalata dayalı bir tarım politikası izleyerek Türkiye’nin tarımsal üretim kapasitesini düşürdü. Özellikle son yıllarda tarımsal ürün ithalatı önemli ölçüde arttı. Bu, Türkiye’nin kendi topraklarında yetiştirebileceği birçok ürünü ithal etmesine neden oldu. Bu durum, hem Türk çiftçisinin rekabet gücünü düşürdü hem de dışa bağımlılığı artırdı.
Özellikle et ve tahıl ürünlerinde ithalatın artması, yerli üreticilerin piyasada rekabet edemez hale gelmesine yol açtı. Bu, Türk tarımının zayıflamasına neden olurken, yerli üreticilerin geçim kaynaklarını kaybetmesine ve üretimden çekilmesine yol açtı.
4. Yanmış Ormanlık Alanlara İmar İzni
AK Parti döneminde yanmış ormanlık alanlarda inşaata izin verilmesi, çevre ve tarım politikalarında ciddi bir eleştiri konusu olmuştur. Bu uygulama, orman ekosistemlerinin tahrip edilmesine neden olmuş ve çevreye telafi edilemez zararlar vermiştir. Ormanlar, tarım için gerekli olan su döngüsünün düzenlenmesi, toprak erozyonunun engellenmesi ve biyolojik çeşitliliğin korunması açısından hayati öneme sahiptir.
Yanmış orman alanlarına inşaat izni verilmesi, sadece ekolojik dengeyi değil, aynı zamanda tarımsal üretimi de olumsuz etkilemektedir. Toprak kaybı ve su kaynaklarının azalması, tarımsal üretimin sürdürülebilirliğini tehdit ederken, tarım arazilerinin azalmasına da yol açmıştır.
5. Hidroelektrik Santraller ve Derelerin Kurutulması
AK Parti hükümetinin hidroelektrik santrallere (HES) verdiği öncelik, özellikle Karadeniz bölgesinde doğal su kaynaklarının zarar görmesine yol açtı. Bu projeler, derelerin kurutulmasına ve çevresel tahribata neden oldu. Hidroelektrik santraller, doğal su yollarını değiştirerek tarımsal su kaynaklarını olumsuz etkiledi ve birçok tarım arazisi susuz kaldı.
Su kaynaklarının azalması, tarımın sürdürülebilirliğini tehdit eden en önemli unsurlardan biridir. Özellikle suya bağımlı tarımsal ürünlerin üretiminde ciddi kayıplar yaşandı. HES projeleri, hem çevreye hem de tarıma büyük zararlar vermiştir.
6. İliç Felaketi ve Çevreye Zarar Veren Madencilik Faaliyetleri
2024 yılında Erzincan İliç’te meydana gelen çevre felaketi, madencilik faaliyetlerinin çevreye verdiği zararların en trajik örneklerinden biridir. Altın çıkarma işlemleri sırasında kullanılan siyanür, Karasu Nehri’ne sızmış ve büyük bir çevre felaketine yol açmıştır. Bu tür madencilik faaliyetleri, hem çevreyi hem de tarımsal üretimi tehdit etmektedir.
Toprak ve su kaynaklarının kirlenmesi, hem çevresel dengeleri hem de tarımsal verimliliği olumsuz etkileyen en büyük sorunlardan biridir. Siyanür gibi kimyasallar, tarım arazilerini ve su kaynaklarını kirleterek tarımsal üretimi tehlikeye atmakta ve halk sağlığını tehdit etmektedir.
Türkiye İçin Stratejik Adımlar
Türkiye’nin tarımsal biyoteknoloji alanında atması gereken bazı stratejik adımlar vardır. Bunlar, sadece tarımsal üretimi artırmak için değil, aynı zamanda tarımsal bağımsızlığı ve gıda güvenliğini sağlamak için kritik öneme sahiptir:
Yerli Biyoteknoloji Araştırmalarına Yatırım: Türkiye, kendi biyoteknoloji araştırma merkezlerini kurmalı ve bu alandaki bilim insanlarına destek vermelidir. Yerli biyoteknolojik araştırmalar, ülkenin tarımsal verimliliğini artırırken aynı zamanda dışa bağımlılığı da azaltacaktır.
Çiftçilere Eğitim ve Destek Programları: Biyoteknolojik yeniliklerin tarımda etkin bir şekilde kullanılabilmesi için çiftçilere yönelik eğitim programları düzenlenmeli ve biyoteknolojiye dayalı tarım uygulamaları teşvik edilmelidir.
Yerel Tohumları Koruma ve Geliştirme: Türkiye, yerel tohumlarının genetik çeşitliliğini korumalı ve biyoteknolojik yöntemlerle bu tohumları daha verimli hale getirmelidir. Yerel tohumlar, tarımsal bağımsızlık açısından stratejik bir öneme sahiptir.
Tarımsal Üretimde Sürdürülebilirlik Stratejileri Geliştirme: Çevreye zarar vermeyen ve su kaynaklarını etkin kullanan biyoteknolojik yöntemlerle sürdürülebilir tarım uygulamaları teşvik edilmelidir.
Özetleyecek olursak, tarımsal biyoteknoloji; Türkiye’nin hem gıda güvenliği hem de ekonomik bağımsızlık açısından büyük fırsatlar sunuyor. Ancak bu potansiyeli gerçekleştirmek için, mevcut tarım politikalarının yeniden gözden geçirilmesi ve yerli üretimi güçlendiren stratejik adımlar atılması gerekiyor. Türkiye’nin tarımda dışa bağımlılığını azaltmak ve gıda egemenliğini sağlamak için biyoteknolojiye yatırım yapmak şarttır.
AK Parti döneminde yapılan hatalı tarım politikalarının düzeltilmesi ve çiftçilerin yeniden desteklenmesi, Türkiye'nin tarımsal geleceğini güvence altına almak için atılması gereken adımlardır. Tarım, bir milletin bağımsızlığının teminatıdır. Tarımsal biyoteknoloji ise bu bağımsızlığın anahtarıdır.