Doğru ve yanlışı belirleyen faktörler, ahlak felsefesi, kültür, bireysel deneyimler, toplumsal normlar, mantık ve insanın vicdanı gibi çeşitli kaynaklara dayanır. Dinlerden bağımsız olarak ele alındığında, doğru ve yanlış kavramları şu temel unsurlar çerçevesinde şekillenir:
1. Mantık ve Akıl
İnsanlar, mantık ve akıl yürüterek doğru ve yanlışı ayırt edebilir. Rasyonel düşünme, bir eylemin sonuçlarını değerlendirme yeteneği sağlar. Akıl yürütme ile insanlar, kendi davranışlarının başkaları üzerinde nasıl etkiler yaratacağını tahmin edebilir ve etik bir karar verebilirler. Örneğin, "başkasına zarar vermemek" mantıksal bir sonuç olarak doğru kabul edilir.
2. Vicdan
Vicdan, bireyin içsel ahlak anlayışıdır. İnsanlar genellikle içsel bir ses veya his aracılığıyla doğru ve yanlışı hisseder. Vicdan, toplumun etik kuralları ve kişisel deneyimlerle gelişir ve bireyin yaptığı eylemleri değerlendirmesine olanak tanır. Vicdan azabı, yanlış bir eylemde bulunduğumuzu hissettiğimizde ortaya çıkar.
3. Toplumsal Normlar
Toplumlar, tarih boyunca doğru ve yanlışı belirleyen çeşitli kurallar ve normlar geliştirmiştir. Bu normlar, toplumun düzenini koruma ve bireyler arasındaki ilişkileri uyumlu hale getirme amacı taşır. Örneğin, dürüstlük, adalet, yardımlaşma gibi davranışlar birçok toplumda doğru olarak kabul edilirken, hırsızlık, aldatma gibi eylemler yanlış kabul edilir.
4. Empati
Empati, başka insanların duygularını anlama ve onlara duyarlılık gösterme yeteneğidir. Doğru ve yanlışı belirlemede empati önemli bir rol oynar; çünkü bir eylemin başkalarına nasıl zarar verebileceğini veya onları nasıl mutlu edebileceğini anlamamıza yardımcı olur. Empatiyle hareket eden birey, başkalarına zarar vermekten kaçınır ve ahlaki olarak doğru olanı yapmaya çalışır.
5. Pratik Etik
Doğru ve yanlışı belirlemede, eylemlerin sonuçları da göz önünde bulundurulur. Bu yaklaşım, "sonuçları iyi olan bir eylem doğru, kötü olan bir eylem ise yanlıştır" fikrine dayanır. Faydacı (utilitarist) düşünce tarzında, bir eylemin doğru kabul edilmesi için mümkün olduğunca çok sayıda insanın yararına olması gerekir.
6. Evrensel İnsan Hakları
Modern dünyada, insan hakları gibi evrensel ilkeler de doğru ve yanlışı belirlemede önemli bir rol oynar. İnsan onuruna, özgürlüğüne ve eşitliğe saygı gösteren eylemler doğru olarak kabul edilirken, bu hakları ihlal eden eylemler yanlış olarak görülür.
Sonuç olarak, doğru ve yanlışı belirleyen şey, kişisel, toplumsal ve evrensel düzeyde çeşitli faktörlerin birleşimidir. Bunlar, bireylerin kendi vicdanlarından, toplumun etik normlarından ve insanlığın ortak akıl birikiminden beslenir.
Dinler ve ahlak arasındaki ilişki karmaşık ve çok yönlüdür. Genel olarak dinler, ahlakı kapsar; yani dinler, bireylerin nasıl davranması gerektiğine dair ahlaki kurallar ve rehberlik sunar. Ancak, dinlerin ahlaktan daha geniş bir çerçeve sunduğunu ve sadece ahlaki değil, aynı zamanda ritüel, inanç ve ibadet gibi diğer unsurları da içerdiğini söylemek mümkündür. İşte bu ilişkinin iki ana boyutu:
1. Dinler Ahlakı Kapsar
Birçok din, ahlakla ilgili temel prensipler ve kurallar getirir. Bu ahlaki öğretiler, insanların birbirleriyle nasıl ilişki kurmaları gerektiğini, adalet, dürüstlük, şefkat ve merhamet gibi erdemleri vurgular. Dinler, inananlar için ahlaki bir çerçeve sunar ve bu çerçevenin içinde neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dair kurallar belirler. Örneğin, İslam'da, Hristiyanlıkta ve Yahudilikte on emir gibi ahlaki ilkeler yer alır; bu emirler dürüstlük, adalet, başkalarına zarar vermeme gibi evrensel değerlere dayanır.
Bu anlamda, dinlerin ahlaki davranışları kapsadığı ve inananlarına bu yönde rehberlik ettiği görülür. Din, bireylerin ahlaki sorumluluklarını sadece dünya hayatında değil, ahiret inancına dayalı olarak da tanımlar ve ödül-ceza sistemi sunarak bu sorumlulukları güçlendirir.
2. Ahlak Dinlerden Bağımsız Olarak da Vardır
Ahlak, dinlerden bağımsız olarak da var olabilir. Felsefi düşünce tarihine baktığımızda, ahlakın sadece dini bir temele dayanmadığı, insanın aklı, vicdanı ve toplumsal anlaşmalara dayanan bir ahlak anlayışı da geliştirebildiği görülür. Ahlakın kökenini sadece dinlere bağlamak, ahlakın seküler (din dışı) temellerini göz ardı etmek anlamına gelir. Antik Yunan’da Sokrates, Platon, Aristoteles gibi filozoflar, ahlaki değerleri tartışırken, dinî referanslara başvurmadan, insan aklının ve toplumun bir ürünü olarak ahlakı tanımlamışlardır.
Bu bağlamda, din olmadan da ahlakın var olabileceği ve insanların doğru ve yanlış kavramlarını akıl ve mantık yoluyla belirleyebileceği savunulabilir. Seküler ahlak, insan hakları, bireysel özgürlükler ve adalet gibi kavramlara dayanır.
3. Din ve Ahlak Arasındaki İlişki
Dinler ahlaki kurallar sunsa da, ahlak, dinin içinde eritilen bir kavram değildir. Ahlak, dinlerin bir bileşeni olarak görülse de, ahlakın kendisi daha geniş bir kavramsal çerçevede var olabilir. Ahlak, dinî inançlara sahip olmayan bireyler ya da toplumlar tarafından da benimsenen evrensel ilkelere dayanabilir. Örneğin, pek çok kişi "altın kural" olarak bilinen "kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma" ilkesine dini bir temelden bağımsız olarak da uyar.
- Dinler ahlakı kapsar: Çoğu din, inananlarına ahlaki rehberlik sağlar ve insanların nasıl doğru davranması gerektiğine dair öğretiler sunar.
- Ahlak, dinlerden bağımsız olabilir: Ahlak, sadece dinlerle sınırlı bir kavram değildir ve insanlar dinlerden bağımsız olarak da ahlaki ilkeler geliştirebilirler.
Bu yüzden dinler, ahlakı içerir ancak ahlak dinlerden bağımsız olarak da var olabilir. Dinlerin sunduğu ahlaki kurallar, çoğu zaman toplumsal ahlakla örtüşse de, ahlakın temeli sadece dinî öğretilere dayandırılamaz.